ÇÖLLEŞME SORUNLARININ SINIFLANDIRILMASI


1. DÜZELTİLEMEYEN KALICI ÇÖLLEŞME SORUNLARI


Geri kazanılamayacak biçimde toprak/arazi ve su kaynaklarının kaybına neden olan ögeler:

a)Toprak Betonlaşması.
b)Yapı ve diğer endüstrilerde (tuğla, seramik) toprakların, yerüstü ve yer altı kayaçlarının hammadde olarak aşırı düzeyde kullanımları.

Toprak Betonlaşması, Avrupa Birliği Çevre Programı/ Avrupa Çevre Ajansı' na göre “Toprak Örtülmesi”; ABD Tarım Bakanlığına göre “Kaynak Tüketimi”, birçok yerel kaynakta “Çarpık Kentleşme” veya “Yanlış Kentleşme” ve “Amaç Dışı Arazi Kullanımı” olarak da adlandırılmaktadır. Ülkemizde mutlak tarım topraklarının ve özellikle tarım yapılan verimli ova topraklarını, özel Tarım Ormancılığı alanlarının, ayrıca yerel ve küresel iklimin korunmasında ana etmen olan ve ülkemizin dağlık kesiminde yaşayan nüfusun ana gelir kaynaklarından biri olan dağ/orman ekosistemlerinin yok olmasına (bozulumuna) neden olan “Toprak Betonlaşması”, yalnızca kentlerin yanlış büyümesinde değil, endüstriyel alanların da, söz konusu verimli ova ve özel kullanımlı topraklar üzerinde genişlemesiyle gerçekleşmektedir. “Çarpık Kentleşme” olarak tanımlanan bu olaya verilebilecek çarpıcı örnekler Bursa, Adana, Mersin, İzmir, İzmit, İstanbul, Gaziantep ve daha bir çok kentin çevresinde gözlenebilir. Özellikle Trakya'da görüldüğü gibi havza boyutundaki sorun, amaç dışı arazi kullanımı ile gündeme gelen toprak betonlaşması, bölgesel de olabilmektedir.

Yüzyıllardır ve özellikle son 50 yılda köyden kente göçün ve kent nüfusunun artmasıyla alt ve üst yapılaşma için toprak sanayine; diğer sanayi kollarına hammadde için ve sorunun önemli bir diğer boyutuyla da kıyı şeritlerimizde kumullarımızın inşaat sektörüne, malzeme sağlamak amacıyla sürekli ve geri kazanılmayacak biçimde doğal kaynakların aşırı kullanımı söz konusudur. Ayrıca Akdeniz iklimi yaygın olan karstik arazilerde aşırı düzeyde yapılanan sera tarımı için gerekli üretim toprağının sağlanması için orman ve karstik yapının üzerinde ve kayaç dokusu içinde oluşmuş toprağın kullanımı da gündemdedir. Bu amaçla çoğu kez verimli düz ovalarda kurulan fabrikaların yakın çevre topraklarını kullanmalarıyla bulundukları ekolojik yörelerdeki en üretken tarım toprakları ve kimi alanlarda da su kaynakları dönüşümsüz olarak kaybolmuştur. Son 10 yılda kimi kent, Üniversite - Belediye - Sivil Toplum Kuruluşları işbirliği (T. Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi - gönüllü kişi ve kuruluşlar; Mersin Üniversitesi - Kent Konseyi - Ticaret Odası; Çukurova Üniversitesi - Belediyesi - Güçlendirme Vakfı gibi) sonucunda ova ve/veya peneplen ovası topraklarının kullanımı kısmen veya tamamen yasaklanmıştır. Bu yasaklama üzerine, kullanıcılar uç alanlar olarak adlandırılan özel tarım - ekosistem alanlarını kullanarak (işgal ederek) bozuluma uğratmışlardır. Söz konusu bu çölleşme biçimi, doğal kaynakların hammadde olarak kullanımının plansız yürütülmesi nedeniyle yukarıda sözü edilen bölgelerde önerilen önlemlere karşın günümüzde de sürmektedir.

2. DÜZELTİLEBİLİR ÇÖLLEŞME SORUNLARI

Sürekli/Dönüştürülebilir arazi kayıplarının yanında yanlış arazi yönetimleri nedeniyle ortaya çıkan en önemli sorun “Erozyon”dur. Erozyon doğal etkilerden çok, özellikle programsız arazi yönetimlerinin- kullanımlarının sonucunda oluşan/ başlatılan ve sürekli gelişen bir olgudur. Ormanların plansız ve kaçak kesimler ile malzeme veya yakacak sağlanması amacıyla kullanılmak üzere yok edilmeleri ve yanlış yerleşim politikalarının neden olduğu ormansızlaşma (aşırı otlatma ve özellikle yangınlar), Anadolu'da yüzlerce yıldır sürmektedir.

Son yüzyılda nüfus baskısıyla hızlanan ormansızlaşmanın sonucunda ortaya çıkan çölleşme, hem geleneksel olarak doğru kullanılan arazilerin kaybına hem de hidrolojik döngünün başka bir deyişle yerel iklimlerin değişimine yol açmaktadır. Örneğin son yıllarda sel ve heyelanlarla oluşan can kayıplarında artış bulunmaktadır. Bu hızlı ilerleyen bozulum, özellikle kıyı bölgelerimizde, turizmin artışı ve böylece betonlaşmanın katkısıyla kıyı kumullarının ve dağlık ekosisteme ait makilik arazilerin kentleşme ve/veya sera yapımı için kullanımına neden olmaktadır. Söz konusu bu yüzeylerin/ ekosistemlerin üzerinde yüzlerce yıl boyunca sürdürülen çevre dostu geleneksel kullanımla, zeytin - keçiboynuzu fıstık çamı - incir - bağ ve daha sonra daha alçak yüzeylerde bu gruba katılan turunçgiller tarım ve orman ekosistemleri oluşmuştur. Söz konusu tarım ve orman ekosistemleri, son yıllardaki kontrolsüz biçimde tarıma açılan alanlar nedeniyle erozyona duyarlı duruma dönüştürülmüşlerdir. Kırsal ve kentsel bölge insanımızın söz konusu sorunları bütünleşik çok meslekli Sürdürülebilir Arazi Yönetim (SAY) planlarıyla çözümlenebilir (Şekil 5). SAY tarım ve orman alanlarıyla etkileşen uydu kent alanlarında da kullanılabilecek tarım, kentleşme, endüstri, ulaştırma, turizm, altyapı ve enerji olgularını içeren Çok İşlevsel Bütünleşik Uydu Kentler (ÇİBUK) yapısı oluşturabilecektir (Şekil 6). Sürdürülebilir arazi yönetimine ait tipik bir örnek eski Türk uygarlıklarında Akdeniz Bölgesinde, yaygın seki sistemleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir (Şekil-7). Bu yönetim planları da ancak hazırlanmakta olan Çölleşme ile Mücadele Türkiye Ulusal Eylem Programıyla gerçekleştirilebilecektir. Bu planın öngörülerinin ülkenin makro politikası katında ele alınarak yasalaştırılması/ hukuksallaştırılması gerekmektedir. Devletin söz konusu SAY programlarının oluşturulmasında alacağı kararlar programın başarısı için öncelikle gereklidir. Ayrıca ülke düzeyinde söz konusu makro politikaların güçlendirilmesi ülke genelinde kamuoyu duyarlılığının artırılması ve etkili kamuoyu oluşturulmasıyla olasıdır. Bu bağlamda göz önüne alınacak önlem ölçütleri aşağıda verilmektedir.

a) Erozyon

Toprak erozyonu, toprak, su ve bitki arasındaki doğal dengenin bozulması sonucu ortaya çıkan bir olaydır. Bu olgunun sonucunda da ekosistem içinde biotoplar da zarar görmektedir. Doğal dengeyi oluşturan başlıca faktörlerden iklim, topoğrafya ve jeolojik yapı oldukça sabit karakter gösterirken; insanlar tarafından geniş ölçüde değiştirilemezler. İnsanın doğal dengeye etkisi, diğer bir faktör olan bitki örtüsüne yaptığı müdahaleden kaynaklanır. İnsan, geçimini sağlamak için doğal ortamda gelişen bitki örtüsünden yararlanmak ve onu değiştirmek zorunda kalır. İşte bu yararlanma ve değiştirme bilgisiz, gelişigüzel ve kısa süreli çıkarlar için olması durumunda varolan doğal denge bozulmakta ve EROZYON olayı gündeme gelmektedir.

b) Ormansızlaşma

Tarih boyunca dünya ormanları insanların kullanım yoğunluğundan etkilenmişlerdir. Bunların başında ormanların tarım alanları ve yeni yerleşim/kullanım alanları için açılması, geleneksel arazi kullanım yöntemlerinin değişimi (kuru tarım yapılan alanların sulamaya açılması vb.) usulsüz kesimler (yakacak ve endüstriyel amaçlar), aşırı otlatma ve yangınlar gelmektedir. Yangın sonrasında bitki örtüsünden yoksun kalan topraklar, siyah külün de etkisiyle daha fazla ısınıp kuruyarak rüzgar ve eğimli arazilerde su aşınımını artırmaktadır. Ormansızlaşma sonucunda gelişen küresel ve yerel iklim değişikliklerinin neden olduğu hidrolojik döngünün bozulması, sellerin oluşmasına ve toprak kayması ile toprak aşınımı olaylarının artmasına yol açmaktadır. Kolaylıkla saptanan/gözlenen söz konusu bu olayların dışında uzun süreçte çok daha etkili olan ve ormansızlaşan tüm dağ, orman ve ova ekosistemlerin yok olmalarına neden olan en önemli olgu erozyondur. Erozyonun yarattığı sorunlar ise uzun sürede ve yüksek harcamalarla ve kimi durumlarda devlet yatırımını gerektiren biçimde, zorlukla düzeltilebilmektedirler.

Yasalarda yapılan değişiklikler ile ülke topraklarının daha ekonomik ve ülke yararına kullanılması, toplumsal gelişmeler (nüfus artışı) sonucu oluşan toprak gereksiniminin karşılanması, mülkiyet sorunlarının çözümlenmesi gibi haklı sayılabilecek gerekçeler dikkate alınmışsa da, sonuç olarak Anayasamızla güvence altına alınmış orman alanlarının çok az da olsa orman sınırlarının dışına çıkartılmasına engel olamamıştır. Ormanlarımızın kadastrosu tamamlanmadığından, bir yandan ormancılık etkinliklerinin yürütülmesinde mülkiyet anlaşmazlıklarıyla karşılaşılmakta ve bu mülkiyet anlaşmazlıkları da bazı yerlerde ormanların tahribine yol açmıştır.

c) Mera Alanlarında Bozulum

Mera alanlarında özellikle yamaç alanlarda yaptırılan düzensiz otlatma (ağır, erken, kontrolsüz ve zamansız otlatma) ve bu alanların tarım arazisi şeklinde değerlendirilmeleri nedeniyle, meralar çölleşmenin asıl kaynağını oluştururlar. Kapasitesinin çok üstünde yapılan ağır otlatma sonucu, botanik kompozisyon büyük ölçüde zarar gördüğü için, meranın verimi azaldığı gibi erozyon sorunu da ortaya çıkar. Özellikle yağışın az, dağılımının düzensiz olduğu kurak ve yarı kurak yörelerde, doğal mera alanlarının korunmasında:
i.  Otlatmanın düzenlenmesi (mera amenajmanı kurallarına uyulması),
ii. Kültürel ve teknik önlemler olarak;
- gübreleme,
- aşılama (yapay tohumlama),
- toprak ve su koruma önlemleri (teraslama, kontur karıklar, hendekler, çukurlama),
- yabancı ot mücadelesi,
- hayvan içme suyu göletleri vb., uygulanması gerekir.

d) Toprakların Organik Madde Kaybı

Yarı kurak iklim kuşağının yaygın olduğu ülkemizde, anızın yakılmasıyla, aşırı toprak işlemeyle ve yanlış arazi kullanım uygulamaları nedeniyle oluşmaktadır. Anızlı tarım tekniğine uyumlu ve bilinçli/ dengeli gübreleme, yeşil gübreleme ve uygun ekim nöbeti uygulamaları ile toprakların organik madde içerikleri artırılmalıdır. Çeşitli güncel ve geleneksel koruma yönetimleriyle topraktaki organik madde birikimlerinin arttırılması, toprakların kimyasal verimliliklerinin ve kalitelerinin artmasını sağlamasının yanında, toprağın fiziksel koşullarını iyileştirecek ve biyolojik zenginliğini de artıracaktır.

e) Arazilerin Fiziksel Bozulumları

Tohum yatağının işlenmesinden hasada kadar olan süreç içersinde kullanılan tarım alet ve ekipmanlarının günümüzde ağır tonajlı traktör ve ekipmanları, hasat makinaları ve balyalama makinalarıyla ve çoklu sürüm teknikleriyle toprağın alt derinliklerine aşırı yük binmekte ve profilin farklı derinliklerinde sıkışmayla sert, strüktürsüz, masifleşmiş veya levhalı strüktürlü katmanlar oluşmaktadır. Uygun zamanda, uygun ekipmanlarla ve uygun nem koşullarında ve/veya azaltılmış - sıfır işleme teknikleriyle ve toprak agregatlaşmasını sağlayan yönetim biçimleriyle fiziksel bozulumun süreci önlenebilir veya oluşum süreci oldukça uzatılabilinir. Ayrıca erozyonla taşınan toprak materyalinin cinsi ve toplandığı bölgeye göre veya üst toprak horizonunda agregatlaşmayı önleyen işlemler kabuk oluşumunu desteklemektedir.

f) Yanlış Arazi Kullanımı

“Topraklar uygulanması gereken amenajman teknikleri doğrultusunda doğal nitelik ve yeteneklerinde kullanılmalıdır” ilkesi göz ardı edilmemelidir. Amaç dışı arazi kullanımı sonucunda toprak betonlaşması yanında yanlış arazi kullanımıyla erozyon artmakta ve toprak kaybı giderek her boyutuyla ivme kazanmaktadır.

1950'lerde sözde değerli bitkilerin yetiştirilmesini amaçlayan ve büyük oranda sınırlı toprak özelliklerine dayalı olarak geliştirilen ve kantitatif ölçütlü olmayan veya kategorik sınıflama için asgari sayıda girdiyi gerektiren Arazi Yetenek ile Sulu Tarıma Uygunluk Sınıflamalarının yerine, arazi ve toprağın kalitesini en düşük düzeyde bozan veya koruyan, geleneksel çevre dostu ekosistem kullanımlarına dayalı yeni sınıflama yaklaşımları geliştirilmiştir. Bu sınıflamalar ulusal eylem planının temelini oluşturan SAY'ları dikkate alan Arazi Kalite Sınıflandırmaları biçiminde olup, yanlış kullanımla ortaya çıkan etkilerin azaltılmasını amaçlamaktadırlar.

g) Kullanılabilir Suyun Azalması

Yağışın azalması ve iklim koşullarına bağlı olarak bitkilerden ve toprak yüzeylerinden oluşan buharlaşma, yer altı su kaynaklarının aşırı tüketimi, erozyonla yitirilen toprak derinliği nedeniyle açığa çıkan alt toprak horizonlarının ve/veya jeolojik materyalin değişen yapısal konumuyla ortamın su tutma kapasitesinin düşmesi, suyu toprakta daha fazla oranda tutabilen malçlama ve/veya toprak işleme tekniklerinin uygulanmaması ve yanlış kentleşme sonucunda toprak yüzeyinin örtülmesiyle toplam kullanılabilir su miktarını azaltması sonrasında canlıların kullanım su oranı da azalmaktadır.

h) Çoraklaşma

Toprak Tuzlulaşması ve Alkalileşmesi (toprakların sodyum elementiyle zenginleşmesi sonrasında pH değerinin 8.5'in ve değişebilir sodyum oranın da %15'in üzerine çıkması) ülkenin yanlış kentleşmeye, nüfus artışına ve kırsal bölgeden kentlere olan göçlere fazlaca bağlı olan diğer bir sorunudur.Yanlış sulama (sulamanın ve drenajın planlanmasına dayanmayan sulama yöntemleri ve sulanmaması gereken arazilerin sulanması), tarım yapılan ova topraklarının aşırı sulanmaları; sulanan toprakların drenaj koşullarına dikkat etmeden ve drenajları sağlamadan sulamaya açılmaları ve yer altı sularından aşırı su kullanımı sonucunda kıyı bölgelerinde denizden tuzlu su çekilmesi toprak tuzluluğunun gelişmesine neden olur. Bunun sonucunda ortaya çıkan sorunların sonraki aşamalarda düzeltilmesi büyük bir ekonomik yük getirebilir. Dolayısıyla, SSY'nin geliştirilmediği bölgelerde, toprakların tuzlanmayla kimyasal verimliliklerini/kalitelerini kaybetmeleri olağandır. Örneğin, Muş Ovasının yüksek verimli meralarının günümüzde ve gelecekte sürdürülebilir olmayan programlarla sulanmaları, geleneksel bilgilerle uzun süreçlerde oluşturulmuş bir mera, tarım ve orman ekosistemlerinin bozulumuna neden olacaktır. Ovada yaygın olan ve toprak yapısı sulamaya duyarlı Vertisol topraklarının sulamayla bozulumu (toprağın fiziksel kalitesinin düşmesi) ile birlikte geçici süreçlerde yüksek gelir getiren ayçiçeği gibi bitkilerin benzer yerlerde bilinçsizce yetiştirilmesi, doğanın dengesinin de bozulumunu sağlayarak çölleşmeye neden olacaktır. 

i) Sulanan Topraklarda Tuzluluk Sorunu

Toprakların doğal yapısında yer alan düşük düzeylerdeki tuzluluk, bitkilerin çimlenmesi ve gelişmesi için engel değildir. Topraklarda çoraklaşma ile ilgili asıl sorun uygun olmayan kullanımların ortaya çıkardığı tuzluluk ve/veya alkaliliktir. Çoraklaşmanın en önemli nedeni aşırı sulama, yetersiz drenaj koşulları ve uygun olmayan su kalitesidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, çorak toprakların iyileştirilmesi konusunda bilinen bir takım önlemler alınmaktadır. Bunlar kabaca açık ve kapalı drenaj, jips, kükürt vb. gibi ıslah maddelerinin uygulaması çalışmalarıdır. Ancak önemli olan çoraklaşmanın önlenmesidir. Bu konunun hem teknik hem de sosyal yönleri bulunmaktadır. Teknik çözümler paraya bağlı olmakla birlikte, sosyal çözümlere göre daha zor çözümlerdir. Bu nedenle gelecekteki dönemlerde uygun arazi kullanımları konularında daha önemli çalışmaların yapılması gereklidir.

j) Tarım İlaçları

Yanlış arazi yönetiminden kaynaklanan diğer bir önemli sorun da ülkenin özellikle Akdeniz ve Ege Bölgeleri'nde aşırı düzeyde kullanılan tarım ilaçlarıdır. Tarım ilaçlarının yanlış ve gereksiz kullanımı sonucu doğal fauna ve flora tahrip olmakta, doğal denge bozulmaktadır. Bitki hastalıkları, zararlıları ve yabancı otlara karşı kullanılan kimyasal mücadeleye alternatif olacak metotlara (biyolojik mücadele, biyoteknolojik yöntemler, kültürel önlemler vs.) öncelik verilen “Entegre Zararlı Yönetimi” uygulamaları yaygınlaştırılmadığı sürece beklenen katkıyı almak mümkün olmayacaktır. Turunçgil, mısır ve örtüaltı sebze yetiştiriciliği gibi konularda kimyasal mücadeleye alternatif metotlarla başarılı sonuçlar alınabileceği bilinmektedir.

k) Toprak Kirlenmesi

Başta Marmara, Ege ve Çukurova'nın liman kentleri olmak üzere, özellikle potansiyel hava kirliliğinin oluşturacağı etkiler, benzer düzeyde sürdüğü varsayılırsa, yakın gelecekte büyük çevre bozulumlarına yol açabilirler. Ayrıca, nüfus artışı ve göçlerin en önemli sonucu olan kent çevrelerinin verimli topraklarında yoğun tarımın yapılması nedeniyle, özellikle yakın gelecekte, aşırı kimyasal gübre uygulamaları, potansiyel bir toprak kirlenmesine neden olacaktır. Topraklarda giderek artan fosforlu gübre kökenli kadmiyum, toprakların iyileştirilmesinde özel ve pahalı yöntemlerin uygulanmasına neden olacaktır.

l) Doğal Vejetasyon ve Biyoçeşitliliğin Bozulumu

Türkiye'nin flora ve vejetasyon bakımından dünyada ayrı bir önemi ve yeri bulunmaktadır. Bu önem sahip olduğu tür çeşitliliği ve kendine özgü bitki örtüsünden kaynaklanmaktadır. Ancak Anadolu'nun, tarihi süreç içerisinde farklı uygarlıklara ev sahipliği yapması ve dünyadaki en eski yerleşim bölgesi olması nedeniyle doğal bitki örtüsü sürekli tahrip edilmiş ve bozulmuştur. Özellikle tarım, hayvancılık, madencilik, bilinçsiz ormancılık, varolan doğal dengeyi bozmuş ve Anadolu'nun büyük bir bölümünde erozyon sorunu ortaya çıkmıştır. Doğal vejetasyon yoğun tarımsal üretime bağlı olarak tahrip edilmiştir. Toprağın canlı- çeşitliliğini ve sonuçta biyolojik kalitesini düşüren bu yanlış kullanım, kimi bölgelerimizde toprakların yanında sulak alanlarda ve özellikle bu alanlarda yaygın olarak yer alan kıyı kumullarında görülmektedir. Kumulların doğal bitki örtüsü yok edilerek, özellikle Akdeniz bölgesinde yapılan karpuz ve yer fıstığı tarımı, söz konusu alanların doğal zenginliğini yok etmesi yanında, bu alanlara yakın olan deniz ortamının da kirlenmesi veya bozulumuna (ötröfikasyon) neden olmaktadır.Yüzyıllardır devam eden bu bozulma, son yıllarda daha da artmış ve bozulan bu doğal dengeyi düzeltici önlemler yetersiz kalmıştır Ülkemizde gerçek anlamda çöl olmamasına karşın doğanın insanlar tarafından bilinçsiz kullanımı topraklarımızı ağaçsız, çalısız ve otsuz bırakarak toprağın erozyona açık olmasına neden olmuştur. Bu durum bitkisel açıdan çölleşme olarak kabul edilebilir.

0 yorum:

Yorum Gönder